hafifçe geriniyorum yatakta, kuşlu perdelerin arasından günışığı sızmış odaya. saat 8 belki 9, yakınlarda hiç saat yok. yatak odasına ne saat ne ayna aldık, zamansız bi' yer olsun dedik bilmeden, bizden başka kimse olmasın dedik, yansımalarımız bile. bir süre tavana dikiyorum gözlerimi, iç sesim şükrederek başlıyor sabaha. derin bir nefes alıyorum, akşamdan kalma odanın kokusunu içime çekiyorum. tanıdık bir koku da var odada, burnum o kokuya yöneliyor, onun kokusuna ve sol yanımda "tavan" ı görüyorum. uzanmış, sağ eli başının altında, sol elini de karnının üstüne yerleştirmiş. yastığı her zamanki gibi sert ve yukarısında bakış açımın. gözlerinin kapalı olduğunu göre göre gülümsüyorum, uykusunda hisseder belki diye.
ondan önce uyandığım her sabah, sanki yüzünü bilmiyormuşum gibi inceliyorum yüzünü. önce simsiyah saçlarına bakıyorum, fırça gibi kalın telli saçlarından alnına iniyorum. açık alnı, geniş kırışıklık yok, ama neden bilmem alnında hep sert bir ifade var, yüzünü yumuşatan o etli dudakları ve kocaman gözleri hiç şüphesiz. sonrasında gözlerine iniyorum, daha doğrusu kapalı gözlerine ve gözkapaklarına. upuzun kirpikleri var, dokunsam incitmekten korkacağım, ipek ipek kirpikleri var. sanki elimi sürsem düşecekmişçesine emanet kirpikler. kalın, simsiyah kaşları var. o buğday tenine fazla geliyor siyah kaşları, siyah saçları. dudaklarına iniyorum, altdudağı çok kalın üstdudağından, ama yumuşacık ve etli, hep öpme isteği doğurtan cinsten dudaklar. dayanamıyorum tabii, altdudağının sağ tarafında bir öpücük konduruyorum, hafifçe aralanıyor dudakları. öpmeye doyamıyorum, bir daha öpüyorum. saçlarım dökülüyor yüzüne, onları toplamak istiyorum. parmaklarım usulca geziniyor yüzünde. dudaklarına dokunmak istiyorum, öpücükler kondurduğum dudaklarında parmaklarımı gezdiriyorum. o ipek kirpikleri kıpırdamaya başlıyor, onu uyandırdığım için muzur çocuklar gibi üzülüp, kendi yastığıma gömülüyorum. yüzümde hınzır bi' tebessüm. şimdi sırayı ona verdiğimi biliyorum, uyuyorum. uyuyor-muş gibi yapıyorum. sırayı ona devrettğimi anlıyor, alt dudaktan bir öpücük veriyor bana. sadece sarılıyorum ona, bütün dünyayı kurtarırcasına bir sarılma, o tanıdık kokusu var ya, işte onu içime çekiyorum iyice. bi'an bile burnumdan gitmesin, aklımdan çıkmasın diye. ve o yumuşacık dudakların, ipek kirpiklerin yüzümde dolaşmasına izin veriyorum, yine yüzümde tatlı ve muzur bir tebessümle.
seni sevmeseydim, ne yapardım ?
17 Ocak 2015 Cumartesi
13 Ocak 2015 Salı
#25 şans cesurların yannındadır
sonunda bendeniz taban ın gündemindeki "trend topic" olan iş değişikliği gerçekleşti. uzun düşünceler, duygusal buhranlar, uykusuz geceler ve kötü kabuslardan sonra, iş değiştirdim. 4,5 yılı aynı kuruma vermiş birisi olarak bunun çok ama çok zor bir karar olduğunu söyleyebilirim. ancak kesin sonuç şu insan değişikliğe kapısını açıp bir şans verdiği için bile inanılmaz özgüvenli hissediyor.
bazen mutsuz olduğumuz şeyleri değiştirmek için yeterince çaba sarf etmiyoruz, kendimizi kaderin akışına bırakmak , olacakları beklemek daha kolay geliyor. en azından ben, hayata müdahele etmeyi pek sevmiyorum. çocukluğumdan beri benim için yapılan şeylere seviyorsam devam etmekle yetindim. sevmediklerimin yerine yenilerini koymadım bile, onlara da devam ettim ta ki performans düşüklüğü gösterip, bunu başkalarına da gösterene kadar.
dolayısı ile, bana sunulan şeyler karşısında çok keskin bir tutumum oluyor, ya direk evet diyor ve sahipleniyorum, ya da arafta bırakıp varlığını unutuyorum. işimden memnun değildim, bana vaat edilenler inandırıcı gelmiyordu ve kendimi çok körelmiş hissediyordum. bütün bunların içinde bile kendimi zorlayıp "ama arkadaşlarımı" seviyorum diyerek söylene söylene çalışıyordum. bir kere bi' yerde söyleniyorsan çalışmayacaksın. ya seveceksin, ya öpe öpe seveceksin. olmuyorsa terk-i diyar eyleyeceksin. bu 2+2 = 4 gibi basit bir denklem. velhasıl ben iş aramak bile istemezken , telefonum çaldı cazip teklif hattın ucundaydı. görüşmeler konuşmalar derken kendimi evet demiş buldum. insan iş aramazken sanırım daha rahat oluyor, bu özgüvenle başarıya giden yol kaçınılmaz. görüşmelerde küstah cevaplar, kendini tam net ifade etmeler bir paçozluk saldırganlık, küçük dünyaları ben yarattım havaları ve boom "işe alındınız" boşuna denmiyor "tevekkül et" diye, sen elinden geleni yap olduğu kadar olmadığı kader demişler. hatta bu sözle yetinmeyip iş işte, eş eşte de demişler.
bugün itibariyle, bu kararı verebildiğim için kendimle gurur duyuyorum. buradaki insanları da sevdim, buradaki işi ve yapıyı daha çok sevdim.
tabii ki değişiklik her zaman iyi gelmiyor, ama en azından denemek bile bir artı. en büyük pişmanıklar sanırım denemediklerimizden ve yapmadıklarımızdan geliyor. hangisi daha yıkıcı "keşke yapsaydım" mı "keşke yapmasaydım mı?"
8 Ocak 2015 Perşembe
#24 kalabalığa alışınca yalnızlık iki kere zor gelir
tüm bu iş değişikliği, planlar vs işlerinin ortasında, evlendiğimizen beri evimize hiç gelmemiş olan anneciğim geldi an.kırolardan. kabaca pazar gününden beri beraberiz, sabah beraber uyanıyor, buz gibi havanın bile tadını çıkarıp goblen işliyoruz. beraber pazara gidiyor, her cafede derin derin sohbetler ediyoruz. insan evlendikten sonra daha da çok annesine benziyor sanki, tuhaf bir şekilde kan çekiyor.
annemle ilgili sevdiğim ve sevmediğim şeyleri düşündüm, çocukken, lisedeyken , üniversitedeyken. acaba onda sevmediğim neleri kendim yapıyorum diye düşündüm, ve çoğunu yaparken buldum kendimi. işte bu yüzden büyük konuşma diyorlar, hayatta tenkit edilen ne varsa başa geliyor sanki. belki de o yüzden sadece yüce gönüllü, tevekkül eden sabırlı insanlar olmamız gerekiyordur.
annemin evdeki yokluğuna çok alıştım, evet bazı bazı düzenlerimiz çakıştı, evet ben toplanmamış kahvaltı sofrasında sohbeti seviyordum ve o hemencecik her şeyi toplamak istiyordu, evet ben evi sonsuz bir şekilde buz gibi olana kadar havalandırırken o hemencecik camları kapatıyordu, evet ben parsı öpe öpe korkusuzca severken, annem hala kedilerden korkuyordu ama tüm bu evetlere, uyuşmazlıklara rağmen, sıcacık bir harmoni içinde geçirdik 5 günümüzü.
anneme öğrendiğim yemekleri yaptım, mayaladığım yoğurttan yedirdim, harmanladığım çayımdan içirdim. ailemden görüp de üstüne kendi kattıklarımla tereciye tere sattım. ama işin sonunda bana kalan annemin gözlerindeki dolu dolu "gurur duyan" bakıştı. sanki 28 yaşıma sadece annem benle gurur duysun diye gelmişim gibi tatminkar hissediyorum hayat karşısında.
şimdi yine ank.ıroya döndü, ben evdeyim, parsla beraber ev işi yapıyoruz, goblen işliyoruz boyama yapıyoruz. ama ne olursa olsun, sanırım insan sevdikleri varken daha güzel.
2015 in ve sonraki yılların sevdiklerimizi yanımızdan hiç ayırmaması dileğiyle..
annemle ilgili sevdiğim ve sevmediğim şeyleri düşündüm, çocukken, lisedeyken , üniversitedeyken. acaba onda sevmediğim neleri kendim yapıyorum diye düşündüm, ve çoğunu yaparken buldum kendimi. işte bu yüzden büyük konuşma diyorlar, hayatta tenkit edilen ne varsa başa geliyor sanki. belki de o yüzden sadece yüce gönüllü, tevekkül eden sabırlı insanlar olmamız gerekiyordur.
annemin evdeki yokluğuna çok alıştım, evet bazı bazı düzenlerimiz çakıştı, evet ben toplanmamış kahvaltı sofrasında sohbeti seviyordum ve o hemencecik her şeyi toplamak istiyordu, evet ben evi sonsuz bir şekilde buz gibi olana kadar havalandırırken o hemencecik camları kapatıyordu, evet ben parsı öpe öpe korkusuzca severken, annem hala kedilerden korkuyordu ama tüm bu evetlere, uyuşmazlıklara rağmen, sıcacık bir harmoni içinde geçirdik 5 günümüzü.
anneme öğrendiğim yemekleri yaptım, mayaladığım yoğurttan yedirdim, harmanladığım çayımdan içirdim. ailemden görüp de üstüne kendi kattıklarımla tereciye tere sattım. ama işin sonunda bana kalan annemin gözlerindeki dolu dolu "gurur duyan" bakıştı. sanki 28 yaşıma sadece annem benle gurur duysun diye gelmişim gibi tatminkar hissediyorum hayat karşısında.
şimdi yine ank.ıroya döndü, ben evdeyim, parsla beraber ev işi yapıyoruz, goblen işliyoruz boyama yapıyoruz. ama ne olursa olsun, sanırım insan sevdikleri varken daha güzel.
2015 in ve sonraki yılların sevdiklerimizi yanımızdan hiç ayırmaması dileğiyle..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)