5 Ağustos 2015 Çarşamba

#32 dünya dönüyor diye kendini suçlar mı insan?

çok uzak değil, bi' nefes. nefs'ine hakim olman gereken bi' nefes. bi' nefeslik sabredebilir mi insan. en olmadık anda, kendini tutmasının imkansızlığında aklına hakim olmak için çok derin ama kısacık bi' nefes almak için çabalamaz mı insan ? 

yazının bu kısmı minnacık bi' özeti şu anki karanlık zihnimin. satırlar kovalıyor  birbirini ama bi' öykü anlatmak istedi canım... uydurmacık minnacık, gerçekle yoğrulmuş bi' hayal ürünü olsun benimkisi. 

"tavan'ı çok seviyorum!" 

10 Mayıs 2015 Pazar

# 31 bi' sabah ölü olmak istersin..

son bikaç gündür ölüm meşgul ediyor zihnimi, yatıyorum kalkıyorum kendimi ölmüş hayal ediyorum. ölmek korkutucu bir şey olduğundan değil, arkasından sana gösterilen ilgi güzel olduğundan. kendimi çok yalnız hissediyorum birkaç gündür, işe yaramaz hissediyorum. sanki dünyaya boşuna gelmişim gibi, hayatım ve mevcudiyetim dünyanın en anlamsız şeyiymiş gibi. bi' yerde ölü bulunsam, sürmanşet gazetelere kapak olsam yokluğum anca fark edilir gibi.

biçok şey biriktirdim içimde belki de son günlerde, tavanın teyzesinin bana whatsapp'ten attığı "iyi kandiller yeğen" mesajı gibi, veya kendi annemin "e ben de artık emekli oldum, bu saatten sonra kendi keyfimden kısamam" demesi gibi, veya birinin a demesi b demesi gibi. yakın dediklerimin / sandıklarımın ortada olmaması gibi, belirsizliklerin beni boğuyor olması gibi. tekrar ediyorum, yaşamımın sanki bir amacı yokmuş gibi. keşke "iyilikyapmakistiyorum.com" gibi bir site olsaydı, benim gibi bi işe yaramak isteyip de kendini lüzumsuz görenler için bir yönlendirme yapılsaydı.

hayatım boşa geçiyor gibi hissediyorum, bu özellikle evlendiğimden beri oluyor. ne işe yaradığımı ne yaptığımı bilmiyorum. insanların hayatları nasıl geçiyor sahi? işe gidip gelmekten keyif alıyorum, o monotonluk bile gelmiyor bana. evde oturmayı, evimde tavanla olmayı çok seviyorum. uzun yürüyüşlerimi, sahip olduklarımızı seviyorum. ama kendime itiraf etmem gerekiyor belki de, imrendiğim çok fazla hayat var ve çok fazla insan. onların da benden almak istedikleri vardır eminim, tavanın sevgisini, parsı istiyorlardır benden. bana karışmayan ailemi istiyorlardır , pamuk kalbimi, ben oluşumu istiyorlardır belki ... ama sahip olduklarım neden bana yetmiyor bilmiyorum. kendimi bi köprüden atıversem, tonlarca hap yutsam, aklımı bıraksam yine de umru olmazmışım gibi geliyor kimsenin.

"başkaları cehennemdir" lafı boşa değil. yarın hayatımın dizginlerini elime alıyorum. beni mutlu edecek bir şeyler illa ki olmalı, bu hayatımını böyle sürdüremeyebilirim. benim de birilerine bir şeylere faydam olmalı. içimdeki boşluk başka türlü dolmayacak yoksa.

sürekli dolu gözlerim, sürekli burnum sızlıyor, hep ağlamak istiyorum ve duygusal olarak boşalmak. tavan sağolsun, höykür höykür ağladım demin yanıbaşında, bitmedi içimde koca bi ırmak var gürül gürül ama geçecek. onu üzmemek için geçecek.

başkaları pislikleri içinde kalsın,  varsın sevmesinler beni ben kendi kendime yetmeyi bilirken, daha da uzmanlaşacağım bu konuda.

yapacağım evet.

sanırım öncelikle başkalarının hayatlarına tanıklık ettiren sosyal medyayı kapatacağım. sonra birkaç iyilik bulmaya çalışacağım. gerisi gelir heralde. bi de bi kutu sakinleştirici alsam, fena olmaz sanırım.

hepsi çok sevmekten, başkalarını çok sevmekten. sevgini kendine ve başkalarına eşit dağıtamamaktan.

7 Mayıs 2015 Perşembe

#30 havada bulut, sen bu aşkı unut

deliler gibi şimşek çakıyor, gökgürültüsü kopuyor. delice bi' yağmur esir almış havayı, istanbulun son günlerdeki aşırı güneşli, bi o kadar nemli ve kasvetli havasının sebebi çıkıverdi ortaya.  bense bu değişime ayak uyduramadan maalesef hasta oldum, aksır tıksır geceleri sabaha kadar horla kocanı salon kanepesine uğurla horlamanı duymadan uyusun diye vs vs. yine de her an bi' anı. biriktir , topla ve büyük anlar yarat.

romantik satırlar yazıyor parmaklarım zihnimden bağımsız ama aslında şöyle başlamak istemiştim "keşke kırgın satırlar yazdırmasaydın bana sevgilim, keşke sana hiç kırılmıyor olmanın bi' yolunu bulabilseydim. yine de kırılmak bile güzel söz konusu sen olunca. bakma bana sen, çok kırılmam hep çok sevdiğimden..."

tavana ales'e çalışmıyorsun dedim, köpürdü.

ne var sanki köpürecek, deniz misin sen, dalgalanmış da durulmuş koca tavansın.

dedim ya, hepsi çok sevdiğimden.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

#29 en sevdiklerimiz, iyi kötü her şeyimiz

evliliğin sıkıcı olduğunu da kim söylemiş,süper eğlenceli bir şey, eğer yeterince besleyip güzel anılar biriktirebilirseniz.

geçen hafta pazar günü ani bir karar ile soluğu motosiklet kursunda aldık. yanımızda pek sevdiğimiz iki arkadaşımızla kayıt yaptırmaya gittik. parasını ödemeden, evakları temin etmeden... insan bir şeyi   aklına taktı mı, gözünü karartıp her yola geliyor sanırım.

sınav 23ünde olunca biz de erkenden deneme derslerini alalım dedik ve bugün salı pazarı yerinde ilk dersimizi aldık.şanslıyım ki hayatta karşıma hep sabırlı insanlar çıkıyor, motosiklet hocasını kabaca delirttiğimi düşünüyorum. sürekli bıdık bıdık konuştum, vitesli ile başlayamadım bile, direkt scooter ile başladık. yarın yine dersimiz var ve beni vitesliye geçirtmeyi düşünüyor, kendisine şimdiden sabır diliyor, yılmadan ilgilendiği için minnetlerimi sunuyorum.

salı pazarından yürüye yürüye söğütlüçeşmeye geçip, yarım saatlik dolmuş sırasının ardından soluğu caddebostanda aldık.subwayden sandviçlerimizi yaptırıp, muhteşem cookilerimizi de aldıktan sonra, halamla buluşup, sahilde piknik yaptık. gelen geçeni izlemek, sorgulamak ,sorulara beraber yanıt aramak, güzellikleri paylaşmak hayatın özü bence. biz de boş boş onu yaptık. sonrasında çok ama çok uzun bir yürüyüşten sonra, kendimizi kalabalık caddeye attık. bir yerde çay içip, o kalabalığın içinde içtiğimiz çaydan bi' cacık anlamayınca kendimizi yürüyerek eve attık ve halamlarda bi' demlik çayı sohbetin dibine vura vura bitirdik.

biz tavanla ruhen pek genç değiliz sanırım, büyüklerle takılmayı seviyoruz. yılda belki bir kere gece çıkıp, kalan vakitlerimizi evde geçiyoruz. belki de anadolu insanı özelliği de olabilir, emin olamıyorum. yine de dönüp dolaşıp benzediğimiz şeyler için şükrediyorum.

bugün subwayde sandviçlerimizin yapılmasını beklerken soslarımızı seçiyorduk bi başımıza. ben seçtim dedim, tavan ben de seçtim dedi ve ne seçtiğimi sordu, ballı hardal, karamelize soğan ve közlenmiş biber dedim. "ne tatlıyız, ben de aynılarını seçtim" dedi. o an dünyayı durdurup ona sarıldım, onu milyonlarca öpücüğe boğdum,  pamuklara sarıp sarmaladım, en derinime sakladım. sonra dünya tekrar hareket etti ve ben onu daha çok sevdim. küçük şeylerin kıymetini bilmek öyle güzel ki. insanın her an için şükredesi geliyor.

halamlarda sohbetleri devirip, yeni çeşit succulentimizi de köklendirmek üzere eve getirdik. başıma güneş geçmiş olmalı, hafif ateşim var, hemencecik yatağın içine yumuldum yarı çıplak. tavan geldi yanıma, "keşke hasta olmasaydım" dedim, "neden?" dedi, "e bugün çok hazırlık yapmıştım akşam beni seversin diye" dedim. "ben seni hep seviyorum" dedi. "öyle değil bitanem, bana dokunurdun diye "dedim, alaycı ifadesini suratına yerleştirdi ve "şapşal" dedi. "biliyo musun.." dedim, "ateşinin olup olmadığı en iyi dudaktan anlaşılıyormuş." yine gülümsedi "ben alından diye biliyorum" dedi, şımardığımı, öpülmek , sevilmek istediğimi hemen anlamıştı. "alın da var tabii ama esas dudaktan" dedim. usulca öptü beni, hiç bitmesin istediğim öpücüklerden biriydi yine. "ateşim var mı ?" dedim, tam anlayamadım dedi. bu sefer ben alaycı şekilde güldüm, "istersen bi daha bak" dedim, yine öptü beni. yüzlerimizin o çok yakın , bi konuşsak dudaklarımızın birbirine değeceği mesafede kaldık. fısıldadım "ateşim yoksa bile birazdan çıkar" dedim. beni hep heyecanlandırdı, hala da heyecanlandırır ona yakın olmak, ona dokunmak, onu traş olurken, üstü çıplak ütü yaparken, mutfaktayken izlemek. bi' daha "şapsal" dedi. bana şapşal demesini seviyorum, öyle güzel bi kelime ki. hem çocuksu, hem naif, hem sevecen, hem seni komik bulduğunu ifade eden, hem de sevgi dolu. belli işte, komik buluyo seni, bi de seviyo. şapşal diyosa,  git evlen bence.benim için öyle.

ne diyordum, işte öyle sonra dayanamadım kalktım yataktan, bu sevgi dolu halimi bloga dökeyim dedim o bana içeride kış çayı yaparken...

canım..


24 Mart 2015 Salı

#28 doğmamış çocuğa isim

bir önceki yazıda kızımızın adı kesinlikle masal olmalı demişiz, bu konuda hala hemfikiriz. erkek olursa pars istiyorum demiştim , sağlanamayan mutabakatı "bulut" ile değiştirdik ve şimdi ikimiz de mutluyuz.

evin içinde boş boş "masaaal , masalll" diye sesleniyorum.

çocuk sahibi olmak için hazır hissetmek diye bir şey var mı sahi?

9 Mart 2015 Pazartesi

#27 büyürken biriktirdiklerimizi nereye sakladık sahi?

evlilik hayatın enteresan bir safhası, hatta ciddi bir ilişki bile. benim tavan'dan önce hiç ciddi ilişkim olmadı, bir iki gecelik işler, f*ck buddyler, o bulduğumda çok sevindiğim tanımla "friends with benefit" ler.

tavanı "o" yapan neydi, o ışığı ne zaman görüp de onun için savaşmıştım tam hatırlayamıyorum bile. ilk yıl yarı ayrı sürüncemede, sonrasında birbirini tanıma, anlamaya çalışma, tanıdıkça uzaklaşma, çaba sarf ettikçe tekrar biraraya gelme vs derken her şeyi usulca yoluna soktuk ve evlendik. evliliğin süper bir şey olduğunu söylemeyeliyim öncelikle, ama ne istediğini bileceksin evlilikten, neden evlendiğini, karşılıklı fedakarlığın olması gerektiğini bilerek evleneceksin ve en çok da karşındakinin özgürlüğüne saygı duyarak. ayrı ayrı planlar yapabileceksin, canın istedi diye arkadaşında kalıp kızkıza dışarı çıkabileceksin. rakı balığa göndereceksin kocanı, ya da maç izlemeye. bekar arkadaşlarının bekarlığa vedasına da göndereceksin korkusuzca. zaten bir şeyi yapmaya niyet eden, fırsat kollamaz , yapar. öncesinde bunu bileceksin. onun her alışverişe gelmesine gerek yok, tek başına bir şey yapmayı bileceksin. evlendin diye, onu tüm kız arkadaşlarının yerine koymayacaksın. ama alışverişe gitti mi de zevk almasını bileceksin beraber geçirdiğin andan.

ondan hep çok etkileneceksin, en akıllı oymuş gibi gelecek sana. her şeyi bildiğini düşüneceksin, ilk ona danışacaksın. o bilemedikçe öğreteceksin, sen de mi bilmiyorsun beraber öğreneceksiniz. egolar evin dışında kalacak, siz safca kalpleri açacaksınız birbirine.

hepsini yapabildiğimiz, zor anları, kötü hikayeleri geride bırakabildiğimiz için belki de, evlilik öyle güzel geliyor ki.

asıl hikayem evlilik ya da ilişkiler değil aslında, çok sevdiğim ayrım'ın blogunu okudum baştan aşağı, en eskilerden bugüne. benden bahsettiği yazılardan sevgilisine. tatillerimize, anılarımıza her her şeye geri döndüm. çok eski yıllara indim yazılarıyla, ben defalarca blogumu değiştirip durmuşken, her şeyi silip her defasında sıfırdan başlamışken, onun geçmişiyle kendime döndüm yeniden. o kadar çok birikmiş anı var ki zihnimde, ama sanki hep sadece tavanlayken varmışım, onsuzken hiç yokmuşum gibi . ayrımın blogu iyi geldi, biriktirdiğimiz anıları, anları, hediyeleri, kartları, kahkahaları , planları, çocuklukları tekrar gördüm. birisi çocukluğun ne olduğunu sorsa masumiyetten çok merak derdim sanırım, hep sorgulamışız, sanki erken büyümüşüz de hiç çocuk olmadan hep ileriyi düşünmüşüz.

şimdilerde ise, büyümenin ne olduğunu sorsanız, sadece hastalık ve ölüm derim. bana maalesef başka bir şey göstermiyor çünkü. 2 sene önce amcamı, yine aynı sene ayrımın annesini kaybettik. sonrasında çok sevdiklerim hastalandı, kanseri yakından gördüm. panik ataklar, sinir krizleri, zatürreler, antrapozlar , bunalımlar ve buhranlar. hepsi de büyüklere oldu bunların. o yüzden büyümenin zor olduğunu düşünüyorum. insan yapmak istediklerinden uzaklaşıyor nedense büyüyünce. hep bi ' arka plana itiliyor sevdiğimiz şeyler. bunu bilerek yapmıyoruz, ama hayatın akışı resmen savuruyor. kendimizi bırakmayı daha çok seviyoruz çabalamaktan. sonrasında da geri dönüp "ah ben ne yaptım?" diyeceğiz kesin.

ben taban, yaşım 29, hatta yaklaşık eşit 30. çocukken hayal ettiğim hayat neydi hatırlamıyorum, ama şimdiki hayatımdan çok memnunum. işimi ,eşimi , azaltıp da öze indirebildiğim arkadaşlarımı seviyorum. ailemin öncelikli olduğunu biliyor ve gelecekte son nefesimde pişmanlık yaşamamak için elimden geleni yapıyor, tüm sevdiklerime, kendime yeterince vakit ayırmaya çalışıyorum. yapmak istediklerimi yapıyorum, ve yaşım 30 a gelirken, kendime bir söz veriyorum. okumam gereken kitapları okuyacağım, yapmak istediğim tüm yemekleri  yapacağım, çocuğum olursa ona miras bir yemek tarifi defteri bırakacağım, annemle babamı en az bir kereliğine tatile götüreceğim. kendime çok çok iyi bakacağım, tavana hep güveneceğim, ve özünde , kendimce iyi bir insan olmaya devam edeceğim.

p.s, kızımızın adı kesinlikle masal olmalı. erkeğe pars diyorum ama tavanla şimdilik mutabakat sağlayamadık.

seviyorum,

17 Ocak 2015 Cumartesi

#26 sevmek paralı bir iş olsaydı, trilyoner olurdum

hafifçe geriniyorum yatakta, kuşlu perdelerin arasından günışığı sızmış odaya. saat 8 belki 9, yakınlarda hiç saat yok. yatak odasına ne saat ne ayna aldık, zamansız bi' yer olsun dedik bilmeden, bizden başka kimse olmasın dedik, yansımalarımız bile. bir süre tavana dikiyorum gözlerimi, iç sesim şükrederek başlıyor sabaha. derin bir nefes alıyorum, akşamdan kalma odanın kokusunu içime çekiyorum. tanıdık bir koku da var  odada,   burnum o kokuya yöneliyor, onun kokusuna ve sol yanımda "tavan" ı görüyorum. uzanmış, sağ eli başının altında, sol elini de karnının üstüne yerleştirmiş. yastığı her zamanki gibi sert ve yukarısında bakış açımın. gözlerinin kapalı olduğunu göre göre gülümsüyorum, uykusunda hisseder belki diye.

ondan önce uyandığım her sabah, sanki yüzünü bilmiyormuşum gibi inceliyorum yüzünü. önce simsiyah saçlarına bakıyorum,  fırça gibi kalın telli saçlarından alnına iniyorum. açık alnı, geniş kırışıklık yok, ama neden bilmem alnında hep sert bir ifade var, yüzünü yumuşatan o etli dudakları ve kocaman gözleri hiç şüphesiz. sonrasında gözlerine iniyorum, daha doğrusu kapalı gözlerine ve gözkapaklarına. upuzun kirpikleri var, dokunsam incitmekten korkacağım, ipek ipek kirpikleri var. sanki elimi sürsem düşecekmişçesine emanet kirpikler. kalın, simsiyah kaşları var. o buğday tenine fazla geliyor siyah kaşları, siyah saçları. dudaklarına iniyorum, altdudağı çok kalın üstdudağından, ama yumuşacık ve etli, hep öpme isteği doğurtan cinsten dudaklar. dayanamıyorum tabii, altdudağının sağ tarafında bir öpücük konduruyorum, hafifçe aralanıyor dudakları. öpmeye doyamıyorum, bir daha öpüyorum. saçlarım dökülüyor yüzüne, onları toplamak istiyorum. parmaklarım usulca geziniyor yüzünde. dudaklarına dokunmak istiyorum, öpücükler kondurduğum dudaklarında parmaklarımı gezdiriyorum. o ipek kirpikleri kıpırdamaya başlıyor, onu uyandırdığım için muzur çocuklar gibi üzülüp, kendi yastığıma gömülüyorum. yüzümde hınzır bi' tebessüm. şimdi sırayı ona verdiğimi biliyorum, uyuyorum. uyuyor-muş gibi yapıyorum. sırayı ona devrettğimi anlıyor, alt dudaktan bir öpücük veriyor bana. sadece sarılıyorum ona, bütün dünyayı kurtarırcasına bir sarılma, o tanıdık kokusu var ya, işte onu içime çekiyorum iyice. bi'an bile burnumdan gitmesin, aklımdan çıkmasın diye. ve o yumuşacık dudakların, ipek kirpiklerin yüzümde dolaşmasına izin veriyorum, yine yüzümde tatlı ve muzur bir tebessümle.

seni sevmeseydim, ne yapardım ?

13 Ocak 2015 Salı

#25 şans cesurların yannındadır

sonunda bendeniz taban ın gündemindeki "trend topic" olan iş değişikliği gerçekleşti. uzun düşünceler, duygusal buhranlar, uykusuz geceler ve kötü kabuslardan sonra, iş değiştirdim. 4,5 yılı aynı kuruma vermiş birisi olarak bunun çok ama çok zor bir karar olduğunu söyleyebilirim. ancak kesin sonuç şu insan değişikliğe kapısını açıp bir şans verdiği için bile inanılmaz özgüvenli hissediyor. 

bazen mutsuz olduğumuz şeyleri değiştirmek için yeterince çaba sarf etmiyoruz, kendimizi kaderin akışına bırakmak , olacakları beklemek daha kolay geliyor. en azından ben, hayata müdahele etmeyi pek sevmiyorum. çocukluğumdan  beri benim için yapılan şeylere  seviyorsam devam etmekle yetindim. sevmediklerimin yerine yenilerini koymadım bile, onlara da devam ettim ta ki performans düşüklüğü gösterip, bunu başkalarına da gösterene kadar. 

dolayısı ile, bana sunulan şeyler karşısında çok keskin bir tutumum oluyor, ya direk evet diyor ve sahipleniyorum, ya da arafta bırakıp varlığını unutuyorum. işimden memnun değildim, bana vaat edilenler inandırıcı gelmiyordu ve kendimi çok körelmiş hissediyordum. bütün bunların içinde bile kendimi zorlayıp "ama arkadaşlarımı" seviyorum diyerek söylene söylene çalışıyordum. bir kere bi' yerde söyleniyorsan çalışmayacaksın. ya seveceksin, ya öpe öpe seveceksin. olmuyorsa terk-i diyar eyleyeceksin. bu 2+2 = 4 gibi basit bir denklem. velhasıl ben iş aramak bile istemezken , telefonum çaldı cazip teklif hattın ucundaydı. görüşmeler konuşmalar derken kendimi evet demiş buldum. insan iş aramazken sanırım daha rahat oluyor, bu özgüvenle başarıya giden yol kaçınılmaz. görüşmelerde küstah cevaplar, kendini tam net ifade etmeler bir paçozluk saldırganlık, küçük dünyaları ben yarattım havaları ve boom "işe alındınız" boşuna denmiyor "tevekkül et" diye, sen elinden geleni yap olduğu kadar olmadığı kader demişler. hatta bu sözle yetinmeyip iş işte, eş eşte de demişler. 

bugün itibariyle, bu kararı verebildiğim için kendimle gurur duyuyorum. buradaki insanları da sevdim, buradaki işi ve yapıyı daha çok sevdim.  

tabii ki değişiklik her zaman iyi gelmiyor, ama en azından denemek bile bir artı. en büyük pişmanıklar sanırım denemediklerimizden ve yapmadıklarımızdan geliyor. hangisi daha yıkıcı "keşke yapsaydım" mı "keşke yapmasaydım mı?" 

8 Ocak 2015 Perşembe

#24 kalabalığa alışınca yalnızlık iki kere zor gelir

tüm bu iş değişikliği, planlar vs işlerinin ortasında, evlendiğimizen beri evimize hiç gelmemiş olan anneciğim geldi an.kırolardan. kabaca pazar gününden beri beraberiz, sabah beraber uyanıyor, buz gibi havanın bile tadını çıkarıp goblen işliyoruz. beraber pazara gidiyor, her cafede derin derin sohbetler ediyoruz. insan evlendikten sonra daha da çok annesine benziyor sanki, tuhaf bir şekilde kan çekiyor.

annemle ilgili sevdiğim ve sevmediğim şeyleri düşündüm, çocukken, lisedeyken , üniversitedeyken. acaba onda sevmediğim neleri kendim yapıyorum diye düşündüm, ve çoğunu yaparken buldum kendimi. işte bu yüzden büyük konuşma diyorlar, hayatta tenkit edilen ne varsa başa geliyor sanki. belki de o yüzden sadece yüce gönüllü, tevekkül eden sabırlı insanlar olmamız gerekiyordur.

annemin evdeki yokluğuna çok alıştım, evet bazı bazı düzenlerimiz çakıştı, evet ben toplanmamış kahvaltı sofrasında sohbeti  seviyordum ve o hemencecik her şeyi toplamak istiyordu, evet ben evi sonsuz bir şekilde buz gibi olana kadar havalandırırken o hemencecik camları kapatıyordu, evet ben parsı öpe öpe korkusuzca severken, annem hala kedilerden korkuyordu ama tüm bu evetlere, uyuşmazlıklara rağmen, sıcacık bir harmoni içinde geçirdik 5 günümüzü.

anneme öğrendiğim yemekleri yaptım, mayaladığım yoğurttan yedirdim, harmanladığım çayımdan içirdim. ailemden görüp de üstüne kendi kattıklarımla tereciye tere sattım. ama işin sonunda bana kalan annemin gözlerindeki dolu dolu "gurur duyan" bakıştı. sanki 28 yaşıma sadece annem benle gurur duysun diye gelmişim gibi tatminkar hissediyorum hayat karşısında.

şimdi yine ank.ıroya döndü, ben evdeyim, parsla beraber ev işi yapıyoruz, goblen işliyoruz boyama yapıyoruz. ama ne olursa olsun, sanırım insan sevdikleri varken daha güzel.

2015 in ve sonraki yılların sevdiklerimizi yanımızdan hiç ayırmaması dileğiyle..