24 Kasım 2014 Pazartesi

#17 life is life

yaş 28, dolu dolu 28, 29dan alınan günler, haftalar aylar. evlilik hayatı kabaca yarım yıllık. evlatlık yine 28 yıl hem de dolu dolu. anılar sonsuz, mutluluklar çok, üzüntüler az, üzüntü sanılanlar çok. arkadaş çok, dost az. sevmek çok, merhamet çok. telaş çok. tadına varmak az. çalışmak  çok, tatil az. macera az, dingilik çok. süpriz çok, heyecan çok.

azlar çoklar dengesinde, bir yerlerde durmaya, sıkıca tutunmaya çalışıyoruz. insan büyüdüğünü en çok, gençliğini hatırladığı insanların hastalanmasından, ölmesinden anlıyor. 2012 yılıydı amcamı ve ayrımın annesini kaybettiğimiz. sonra bir büyükanne ve başkaları. yine de sıralı ölüm bunlar, beklenmedik değil birçoğu ama insan istiyor ki sevdikleri yanında kalsın. istiyor ki en sevdikleri dibinden hiç ayrılmasın.

hayatta hiçbir zaman pişmanlığım olsun istemedim, canım ne istiyorsa onu yapmayı, ne istemiyorsa yapmamayı seçtim. tüm arkadaş sohbetlerinden sıfır pişmanlıkla galip çıktım.

evlilik sonrası bu aile ziyaretim ise, - haftasonu an.kırodaydık - bana ilk kez uzak hissettirdi. evlenince anneye düşmek diye bişi var mı sahiden ? sanki annem daha yorgun babam daha yaşlı geldi bana. kendimi daha olgun onları daha çocuk buldum. evet yanlarında çok şımardım, evet şarkılar söyleyerek peşlerinden koştum, evet babamın kucağına oturup annemin koynunda yattım ama yine de daha olgundum. onlar kadar tecrübem yoktu, onlar kadar hayatın feleğinden de geçmedim ama bir yanım onların yaşlandıkça küçüldüklerini söyledi. ilk kez daha çok ilgilenmem gerektiğini hissettim onlarla. babam üstüne kazağını, ayağına çoraplarını giyince hatırladım yaz kış atletle oturan adamı. hiç üşümeyen kahraman adamı. hiç hasta olmayan adamı...

giderek zayıflıyorlar, yaşlanıyorlar gibi geldi. kaybetme korkusu çöreklendi içime aniden. birbirimize verebileceğimiz tek şey sevgi iken, uzak olmaya gerek var mıydı sahiden ?

çok özlüyormuşum meğer...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder